Benden yaşamöykümü yazmamı istediklerinde doğrusu zorlanıyorum. Doğduğum yerden, okuduğum okullardan, çalışma hayatımdan, bugüne kadar yazdıklarımdan, ailemden söz edeyim derken yarım sayfayı olsun dolduramıyorum. Deneme yazılarımda yaşantımdan izler mutlaka bulunsa da, bunları konuyla ilgili birer anı parçacıkları olarak görüyorum, oysa hayatımı bir bütün olarak anlatmayı sanırım hiç beceremem. Bu yüzden yaşamöykülerini kitaplara sığdıramayan yazarlara imrendiğimi söyleyebilirim. Zengin gözlemler, hiç önemsemediğimiz küçük ayrıntılar, yıllar boyunca yaşanmış duygu ve düşünceler… Bunları öyle güzel anlatıyorlar ki, yazılanların gerçek mi yoksa kurgu mu olduklarına kimi zaman karar veremiyorum. Gerçekse, üstünden uzun yıllar geçmesine karşın bunları unutmayan belleklerine şapka çıkarmam gerekiyor!
Bana göre en önemli nokta şu oluyor: Yaşamöykülerini yazanların, odak noktasında kendileri bulunmalarına karşın, ömrü boyunca kim bilir kaç insanla hayatları kesişiyor. Onlar hakkındaki duygu ve düşünceleri yalnızca yazarını bağlasa da, olayları ne denli doğru anımsadığı ya da o şekilde yansıttığı kuşkuya açıktır. Yazdığı bir roman olsa, öyle kurguladım, der geçersin; oysa gerçeği yazmaya soyunmuş biri, başkaları hakkında söyledikleriyle her zaman eleştiriye açık olacaktır. Biliyoruz ki anlatılan her olay, kişiye kendi penceresinden farklı görünebiliyor. Bu yüzden yaşamöyküsü bir yana, sıradan deneme yazılarımda kimi anılardan söz ederken, olay kahramanı arkadaşlarımın adını yazmaktan özellikle kaçınıyorum. Aklımda yanlış kalabilir, onları farklı duygularla yansıtabilirim kaygısıyla… Zaten amacım, sözünü ettiğim kişileri anlatmak değil, onların aracılığıyla yaşanabilecek ortak olaylar hakkında düşüncelerimi paylaşmak oluyor.
Yazarların kaleme aldıkları anılarıyla, yaşamöykülerini de ayırmak gerekir. Biri hayatının kimi kesitlerini anlatırken, diğeri doğumundan başlayarak tüm yaşadıklarını duygu ve düşünceleriyle yazıya döker. Yazarları daha iyi tanımama etken olan her iki türü de elime geçtikçe okumayı seviyorum. Bugüne değin birçok kez sözünü ettiğim, Stefan Zweig’ın Dünün Dünyası kitabı, bana göre ilk sıralardaki yerini uzun yıllardır koruyor. Yazar, kitabın önsözünde şöyle diyor: “Hiçbir zaman şahsımı, yaşam öykümü başkalarına anlatmayı arzu edecek kadar önemsemedim. Kendimi başkişisi, daha doğrusu merkezi yapacağım bir kitabı yazma cesareti bulabilmem için, normalde tek bir neslin yaşayabileceği olaylar, felaketler ve sınavlardan çok daha fazla şeylerin olması, inanılmaz derecede çok şeyin yaşanması gerekti.”
Anlatacaklarının yalnız onun değil, bütün bir kuşağın yazgısı olduğunu belirten yazar, bu kitabında Nazi korkusuyla Avrupa’dan kaçtığı döneme kadar olan yaşamını çok güzel dile getiriyor.
İnsanın bunları anlatması için, okurların ilgisini çekecek olayların da yaşanmış olması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa kendi kabuğuna çekilmiş birinin, zengin hayal gücü ya da düşünceleri ancak bir kurgu kitabına kaynaklık edebilir.