Aydın Boysan denilince aklımıza hep rakının nasıl içileceği konusu gelir. Oysa Boysan iyi bir mimar, gazeteci, gezgin ve otuz üç kitaba imza atmış bir yazardır…
Hepimiz onu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zevk sahibi insanlar için kullandığı ‘yaşam gustosu’ olarak bildik.
Bu yüzden İstanbul; İstanbul’daki eski yaşam mekanları, oralarda yenilen içilen sofralar, gelenekler bize eski zaman masalları gibi doyumsuz bir tatla Onun tarafından anlatıldı.
Bu anlatımlarda başkalarından farklı bir şey vardı, tanıdık bir samimiyet, sıcaklık, sizi her şeyden sakınan evinizdeki büyükbaba edası…
Ben şahsen böyle düşünürdüm…
Bu yüzden kitaplarının çoğunu zevkle okudum, televizyonlardaki sohbetlerini kaçırmadım.
Bu kadar dağılmış, ruhumuzun türlü yaralarla debelendiği on yıllar boyu doğrusu Aydın Boysan bana.
Öykücü Ahmet Büke’nin dediği ‘İnsan insana iyi gelir’ misali hep iyi geldi.
Tıpkı Mina Urgan gibi, ya da Tarık Minkari gibi…
Şimdi yoklar…
Düşününce ne büyük zenginliklerden yoksun kaldığımız aklıma düşüyor.
Ama hayat…
****
Toplumsal iyi olma halini ya da toplumsal mutluluğu bir türlü yakalama fırsatı bulamadığımız.
Ülkemizin talihsizliğine bu günlerde şehitler ve annelerin acıları da eklendi.
Durum bu olunca uzun analiz yazıları yerine içinde mizahi ögeleri de barındıran farklı bir tarzla karşınızda olmayı yeğledim.
Yararlandığım kaynak, Aydın Boysan’ın Ne Hoş Zamanlardı (1) kitabı.
Böylece Aydın Boysan’ı da saygıyla anmış olacağız.
5 Ocak, 2018 te kaybettiğimiz Boysan’ın hayatın gustosu olduğu; dünyayı gezdiği, gezdiği yerlerdeki ilginç mekanları incelediği, yemeklerini ve sanat olaylarını kaçırmadığı ayrıca mesleği olan mimarlıkta da iyi örnekleri kamuya sunduğu bilinir. Bunları dost sohbetlerinde anlattığı gibi kitaplarında da anlatmıştır.
Onun sofrası, dostları, sohbetleri hangimizi imrendirmez ki…
Hele o dostlarıyla içilen rakı ve sofranın bir dost meclisine çevrilmesi…
Her daim Aydın Boysan’ı merkeze alan bir dost meclisi vardır ve bu dostlar genellikle toplandıklarında sohbetlerinin yanına rakıyı da katarlar. Bu bir sır değildir ve Boysan bunu her yerde tatlı tatlı anlatır. Zaten sevilmesindeki etkenlerden biri de bu samimiyeti değil mi?
Tıpkı Şair Metin Eloğlu gibi bakar içkiye…
“Şişede Durduğu Gibi Durmaz ki Kâfir/ Tutar İnsana Yaşamayı Sevdirir”
“Sarhoşluk kusur yaratmaz, var olan kusurları meydana çıkarır.” cümlesini Seneca’dan kitabından aktaran Boysan, hemen arkasından Mevlana’nın “Şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder” cümlesini almış.
Böyle dost sofralarında birinci kural hiç kimsenin ayarı kaçırmamasıdır. Zira böyle durumlarda arkadaşlarının kendisini, Bektaşi’nin “ Ölçüsüz içmek marifet noksanından doğar” demesindeki uyarıyla ikaz ettiklerini belirtir.
Padişah 4. Murat’ın içkiye yasak getirdiği günlerden bir gün Bektaşi’yi rakı içerken yakalayıp Kadının huzuruna çıkarırlar:
“Bre namert! Sen Padişahın emrini bilmez misin, niye rakı içersin?” diye Kadı başlar azarlamaya.
Cevap, “Rakı içtim ama beyaz peynir ve kavunla”
Kadı düşünür sonra, “beraat” der.
Görüldüğü gibi Osmanlı’nın şehirdeki adaleti sağlayan kurumunun başı Kadı bile hoş gören bir tavır içinde…
Böyle olunca neylesin Aydın Boysan!...
ŞİMDİ BİRAZ DALDAN DALA DOLAŞALIM!…
Eski Federal Almanya parlamentosunda çok ateşli oturumlardan birisi yapılıyor. Karşıt olan milletvekili Carlo Schmidt’e bağırıyor: “Siz beni aptal yerine koyuyorsunuz!”
Schmidt, “Kesinlikle hayır” diye bağırıyor ama peşinden ekliyor:
“Ancak itiraf edeyim ki yanılmış olabilirim.”
Orson Wells, geçen yüzyılın büyük tiyatro ve sinema sanatçısı. Bir gün bir konuşma için çağrılıyor.
Kürsüye çıktığında ne görsün, salon boş, birkaç dinleyici var.
Söze şöyle başlıyor: “Ben tiyatro direktörü ve rejisörüm. Film ve tiyatro sahnesi oyuncusuyum. Kitap ve senaryo yazarım. Radyo konuşmaları yaparım. Radyofonik oyunlar oynarım. Resim yapar, keman ve piyano çalarım…”
Sonra bir nefes alıp az sayıdaki seyirciye soruyor:
“Şimdi kürsüde bu kadar çok konuşmacı, dinleyici olarak bu kadar az insanın bulunması, kepazelik değil de nedir?”
Kültür müdürlüğüm sırasında Orson Wells’in yaşadığı bu durumu o kadar çok yaşamış biriyim ki, bu olayı okuyunca buruk bir gülümseme ile onlarca etkinlik gözlerimin önünden gelip geçti.
Sayısız kere ünlü konuklara salonun boş olmasından dolayı rezil olmuşluğumuz vardı.
Ama şimdi ben size buna benzer başka bir şey anlatayım:
1998 ya da 1999 olmalı Türkan Saylan Kültür Merkezi açılmış, ama birçok eksiği var.
Bunlardan biri de asansör. Yedi katlı bir binaya tek asansör konulmuş, üstelik asansörün motoru güç olarak düşük, ikide bir bozuluyor. Çağırdığımız her sanat insanı için aman asansör bozulmasın yoksa rezil oluruz diye içimiz gidiyor.
Günün birinde Yıldız Kenter’i tiyatroyla ilgili bir konferansa çağırdık. Yıldız Kenter sağlıklı ama yedi katı çıkması her halde yapılabileceklerin en kötüsü olmalı.
Olan oldu ve asansör bozuldu. Biz Kenter’i zor bela desteklerle yedinci kata çıkarıyoruz. O durumda o kibar kadından herhalde azar işitecek değildik ama düştüğümüz mahcubiyetin derecesini siz düşünün artık.
Şimdi tekrar Boysan’ın kitabında anlatılan bir politikacıdaki kaliteyi ortaya koyan anekdota geçelim:
Abraham Lincoln, biliyorsunuz ABD başkanı. Günün birinde arkadaşlarından biri ziyaretine geldiğinde gördüğü şey karşısında şaşkınlığı uğruyor:
“Sayın Başkan, siz kendi ayakkabınızı kendiniz boyuyorsunuz ha!..” diye sesleniyor.
Başkan son derece sakin yanıt veriyor:
“Ya kiminkileri boyayacaktım?”
Tarık Dursun; biliyorsunuz o da şimdi aramızda değil. Hepsi Hikaye adlı kitabında ana konuları anlatır, sonra bir mola veriri gibi “Ara sıcak” başlığı ile küçük anlatılar araya sıkıştırır.
Şimdi biz de oradan ilhamla bir ‘ara sıcak’ yapalım:
“Politikacı gelecek seçimleri düşünür, devlet adamı ise gelecek kuşakları”
Bir Angola atasözü “Timsah ancak su içindeyken güçlüdür.”
Deha kavramını hangimiz bilmeyiz ki!..
Bakın biri, (G.Tomalla) dehayı nasıl tanımlamış:
“Karısına kürk almaktan, kürkün onu şişman göstereceğine inandırarak vazgeçiren adam”
Eh pes yani…
Fransız devlet adamı Talleirand’ a gözleri şaşı olan birisi sorar:
“Memleketin hali nasıl gidiyor?”
Talleirand, “Gördüğünüz gibi.”
Evet, şimdilik bu kadar.
Aydın Boysan’ da bildiğiniz gibi ne laf tükenir, ne de anlatılacak konular.
(1) Aydın Boysan, Ne Hoş Zamanlardı, Türkiye iş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007
Savaş Doğrusöz 5 Yıl Önce
Çok samimi ve sıcak bir yazı.Sevdim.Yazarın kendisi geldi sandım.