1990’ların başında belediyede yönetici olunca yerel yönetimlerin derin bir mevzu olduğu konusu yeniden gündeme gelmişti. Bildiklerimiz yetmiyordu, çünkü yerel yönetimler sadece hizmete odaklı birer örgütsel yapı değildi. Yeni kavramlara, yerelde olan biteni açıklayan düşüncelere, yeni bir bakışa ve felsefeye ihtiyacımız vardı:
Bir şehrin gündelik yaşamını düzenleyen, çöpü, yeşili, yolu, kanalı gibi hizmetleri yerine getiren, şehrin nasıl gelişeceğine yön tayin eden bir organizasyondu şüphesiz adına yerel yönetim dediğimiz kavramın içeriği.
Bunun içinde hizmet etme, planlama, mimari tasarım, sanat, estetik, rant ve son yıllarda iyice belirginleşen finans işleri yer alıyordu.
Fakat bu kavramların her birinin yeniden tanımlanmasına ihtiyaç vardı.
Tam da o tarihlerde (1987’ler ve sonrası) bu mevzuları işleyen Prof.Dr. İlhan Tekeli'nin yazdığı kitaplar yayınlıyordu.
Bu kitaplar belediyecilik geçmişimize ayna tutuyor, Ankara'da Dolakay, İstanbul'da İsvan, İzmir'de Osman Kibar ve İhsan Alyanak dönemlerini analiz ediyor ve okuyana geniş bir ufuk çiziyordu.
Aradığımız buydu zaten; hem günceli hem de geçmişi bu uygulamalardan takip etmek, bir yol haritası çıkarabilmekti…
Kaynak yaratan belediyecilik, planlamada kamusal bakış, hizmetlerin adil dağılımı, şeffaf olma ve demokratik katılım kavramları bu dönemin tartışılan kavramlarıydı ve biz bunları İlhan Hoca'dan öğreniyorduk.
1990’ların ortalarıydı, Hoca'yı, İzmir'in 5 bininci yılı için konferansa çağırdığımızı anımsıyorum.
Orada şehirlerin ülke tarihleri içindeki yerlerini çizdiği perspektiften öğrenmiş hayran kalmıştım.
İzmir'in bir liman kenti olmasının şehre kattıklarını anlatmış, 19.yüzyıldaki başarılarının arkasında bu ögeyi bize göstermişti.
Daha sonra dünyadaki ticaret yollarının değişimi ile birlikte şehrin ticari aktivitesinin aşağı çekildiği, sonraki yıllarda da hükümetlerle demokrasi konusundaki kan uyuşmazlığının bir şanssızlık olarak İzmir’in yakasını bırakmadığını aşama aşama bize anlatmıştı.
Dolayısıyla Hoca benim gözümde böyle bir Hoca…
Analizleriyle sosyal ve toplumsal hayatımıza yön veren, bun analizleri de kitaplara döken çalışkan bir akademisyen…
İki yıl önceydi Aziz Kocaoğlu dönemini akademisyen arkadaşları ile masaya yatırıp, bu uygulamalardan bir 'İzmir yerel yönetim modeli' oluşturmasındaki gayreti izlemiş, yazdığı kitapları okumuş biri olarak söylüyorum bunları.
Hoş benim söylememe gerek yok, girin internete Hoca'nın kitaplarına bakın ve üst üste koyun bir insan boyuna eriştiğini görürsünüz zaten.
İZMİR MODELİ…
Ağustos ayının son haftası Hoca'yı Çeşme'deki yazlığında bir grup arkadaşla ziyarete gittiğimizde yukarıda dile getirdiğim düşünceler uçuşup duruyordu zihnimde.
Kuşkusuz yerel yönetim dünyasındaki kavramların pek çoğu değişmişti ama değişen bu kavramları da ne iyi ki, gene Hoca’dan öğreniyorduk.
Neler konuşulmadı ki, değişen kent kavramından, komplocu teorilere, düşünce dünyasında yeni gelişen eğilimlere kadar…
Hatta son yazdığı makalelerden biri olan yapay zeka bile sohbete konu oldu.
Ancak benim favori konum İzmir Modeli olduğundan odaklandığım kısım burasıydı.
Haliyle, Modelin yeni yönetim tarafından neden sürdürülmediği soruldu, tartışıldı.
Hoca, Tunç Bey'e, İzmir Modelini anlattığını ancak Başkan'ın konuya farklı baktığını söyledi.
Bu modelin sürdürülmesinin yararlı olacağını hepimiz gibi Hoca da savunuyor.
Sürdürülmesi için de uygulamalarda ve hizmet konularında aynı bakış açısının devam ettirilmesi koşullardan biri. Bir diğer koşul da hizmetlerin aynı anlayış içinde sürdürülerek bir 'kesintisizlik hali'nin sağlanması.
Çünkü İzmir Model’nin ele aldığı ve bu uygulamalardan bir yol haritası çıkarmasındaki ana mecra Azizi Bey'in üç dönemlik kendi uygulamaları ile Priştina'nın projeleri.
Eğer burada bir kırılma yaşanacak ise haliyle Model'den de söz etmenin bir anlamı olamaz.
İZMİR AKADEMİSİ.
İzmir Modeli çalışmaları Aziz Bey zamanında bilindiği gibi Akdeniz Akademisi üzerinden yürütülüyordu.
Hoca bu yapının devam ettiğini, akademinin halen onursal başkanı yakın zamanda kaybettiğimiz Prof.Dr. Halil İnalcık ile kendisinin olduğunu belirtti.
İzmir Modeli, İzmir'in entelektüel sermayesine açılan bir kapı, onlarca akademisyenin, aydının içinde yer alacağı bir çalışmalar bütünü.
Yerel yönetimlere bir yol haritası, ama aynı zamanda İzmir'e ayrıcalık sağlayan da bir proje.
Hoca, Akdeniz Akademisi’nin kurulması ile en başta ele aldıkları konuları sıralarken birinci sıraya tarihi koyuyor.
Sonra sırasıyla Çevre, Tasarım, Kültür olarak bu başlıkları sıralıyor.
Tarih çalışması ile murat edilenin İzmir'in Akdeniz çanağı içinde olmasının getirdiği coğrafi avantajları ortaya çıkarmak olduğu muhakkak.
Fransa ve İsrail'de de Akdeniz Akademisi adıyla bu çalışmaların yapıldığı biliniyor.
Ancak bu ülkeler Akdeniz'e sadece kendi ülkelerinin çıkarları kadar baktıkları için İzmir'deki Akdeniz Akademisi onlardan farklı.
“DURUN, O ZAMAN SİZE YENİ BİR TEORİDEN SÖZ EDEYİM!” VE
ÇOKÇA TARTIŞILAN KOMPLOLAR…
Sohbet koyulaştıkça fark ettim ki Hoca bizim söylediklerimizi gündelik tartışmalar düzeyinde bırakmıyor.
"Durun, o zaman size yeni bir teoriden söz edeyim!" diyerek söze giriyor ve siz orada kalıyorsunuz.
Savunduğunuz tezler havada kalıyor.
Çünkü Hoca ile bu konuda yarışmanın imkânı nerdeyse yok gibi….
Mesela bir arkadaşımız son yıllarda dilimize pelesenk olan Projelerden birini dile getirdi.
Pek çok kesimin dilinde olan, 'Kılıçdaroğlu’ nun gelişinin bir proje olduğu' konusuydu bu.
İlhan Hoca, 'Durun, size Karşılaşmalar diye bir çalışmadan söz edeyim' diye söze başladı.
Bu sayede nerdeyse felsefe dünyasında düşüncenin nasıl oluştuğu konusunda kısa bir gezinti yaptığımız söylenebilir.
Nedir bu?
BİLGİ TEORİLERİ.
1960’larda bilimsel bilgi, dış dünyayı gözlemlemek ve analiz etmekle kazanılıyordu.
Böylece bu bilgi; tarafsız, nesnel ve objektif bir bilgiydi. Buna Neo Pozitivizm deniliyordu.
1980’lerde bu anlayış değişti; Yapılanmacı Bilgi türü geldi.
Bunda Jurgen Habermas’ın katkısı var.
Yapılanmacı bilgi, bütün bilgileri doğru, nesnel, objektif olarak kabul etmiyor.
Aksine birçok bilgi biz bizim aramızda uzlaştığımız için öyledir. "Özneller arası" bir durum söz konusu burada.
Yani dış dünyayı gözlemlemek, analiz etmek ve sonra oradan sonuca ulaşmak yerine tarafların uzlaşarak oluşturdukları bilgi var ortada. Belki de aramızda uzlaştığımız için başka türlü de olması muhtemel bilgi değil, üzerinde uzlaşılan bilgi geçerli duruma geliyor. Biz bu bilgiyi doğru ve geçerli kabul ediyoruz.
Bilginin özneller arası oydaşma ile oluşması toplumsal açıdan katılımcı, müzakereci demokrasi anlayışına bizi götürüyor.
BAŞKA BİR BİLGİ TÜRÜ…
Bunlar yetmedi; 2007’de yeni bir bilgi türü çıktı: Represantative denen bilgi türü.
Yukarıda anlatılan 1 ve 2. bilgi türlerini de reddediyor bu anlayış.
Arkasında Spinoza, Delauze, Lautur gibi filozoflar var.
Bu görüş, dış dünyada olan bitenin zihnimize aks ettiğini ve bizim de onu yaşama aktardığımız tezine karşı çıkıyor.
Bunun yerine yaşamın sürekliliği ve dinamikliği ön plana alınıyor.
İnsanlar yaşarken bu dinamik süreç içinde karşılaşıp hem başkalarından etkileniyor hem de birilerini etkiliyorlar.
Ayrıca kararlar sadece akılla değil onun yanına duygu da eklenerek alınıyor.
Hoca buna da şöyle bir örnek verdi:
ABD’de 1999’da önemli bir firmanın ciosu ameliyat ediliyor. Ameliyat sonrası bu kişinin karar vermekte zorlandığı görülüyor.
Nedeni araştırılınca beyninde alınan tümörün beyindeki duygu noktasını tahrip ettiği görülüyor.
Buradan da akıl ve duygunun birlikte sağlıklı karar almada temel öge olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.
Kuşkusuz bunlar uzun felsefi tartışmalar.
Ama sonuç olarak insanın gidişatını rastlantılar, karşılaşmalar etkiliyor.
Bakılınca onca bilgi teorisinin her sefer birbirini aşarak bu güne gelindiğini görüyoruz.
En son gelinen nokta da hayatın olağan akışı, yaşam içindeki kesişmeler, rastlantıların öne çıkmasına yapılan vurgu.
Buradan hareketle İlhan Hoca kendi yaşamından örnek vererek konuya açıklık getirdi.
Kendisinin esasta bir inşaat mühendisi olmasına karşın, bu gün mühendislikle ilgisinin olmadığı, bunun da bir karşılaşma sonucu olduğunu belirtti.
Bu karşılaşmanın öznesi de askerdeki komutanı, o teşvik ediyor, farklı bir okulu ve kariyeri Hoca’ ya.
Eğer bu komutan olmasa yaşamının belki de başka türlü olabileceğini söylüyor.
Yani yazının başında söylenen karşılaşmalar ögesi burada etkili bir ögeye dönüşüyor.
Komplo teorilerine de bu pencereden bakılabilir; hayattaki karşılaşmalar, o andaki konjonktür, belki biraz şans…
Ayrıca özetlediğimiz bilgi teorilerindeki hattı takip ederseniz sanıyorum sağlıklı bir düşünceye varmanız mümkün olabilir.
***
Sonra ayrılırken Hoca’dan izin alarak çalışma masasının resmini çekeceğimi söyledim.
Masada Uğur Tanyeli’nin yazdığı "Mimar Sinan; Tarihsel ve Muhayyel" kitabı vardı, bir de İngilizce başka bir kitap, alınmış notlar, özetler...
83 yaşında büyük bir entelektüelin, bir düşünce insanının nasıl da yoğunluklarla dolu olduğu bu masadan bile belli oluyordu.