Zamanın üzerinden akıp geçtiği etkinliklerden biridir İzmir Öykü Günleri.
2002 başlarında Konak Belediyesi, Edebiyatçılar Derneği, Ege Kültür Vakfı gibi kurumlarla birlikte hayata geçirildiğinde bir hayli etkili olan, kentteki çok sayıda entelektüeli kucaklayan, Türk edebiyatının önde gelen isimlerini heyecanlandıran bir çalışmaydı.
Şimdi gelinen noktada ise, sıradan, kendi halinde ve sadece edebiyat kamusunun bildiği bir etkinlik haline dönüşmüş gibi.
Sanıyorum bunda yerel yönetimlerin duyarsızlığının payı olduğu gibi Türkiye’de politik söylemin her şeyi çürütüp, sanatı, edebiyatı, nitelikli müziği ve hayatımızı biçimlendiren güzel işleri tartışma dışı bırakmaya dönük ‘Yeni Türkiye’nin Ruhu’nun da etkisi var.
Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor!”(1) demesi gibi.
Şubat’ın 14’ünde Kanguru Kültür Merkezi’nde belediyelerden destek alınmadan yapılan etkinliği izlediğimde aklıma bunlar geldi.
O eskinin nerdeyse edebiyat gündeminin tartışıldığı havayı bulmanız mümkün değil artık.
Çünkü Türkiye’nin siyasi hayatı “… mütemadiyen krizlerle, OHAL’lerle dolu” bir hat üzerinde yürüyor ve siz bu kuşatmayı bertaraf etmede yetemiyorsunuz. Ya da bu tartışma zemini içinde buna alan açsanız bile gereksiz ‘teferruat’a uğraşıldığı hissiyatı karşınıza dikilebiliyor.
Böyle bir düşünce iklimi var kısaca…
Tanpınar’ın söylediğine denk düşen ‘yaratılmış gündemler’ başka şeyleri tartışmamıza fırsat vermeyen bir hava…
‘icat edilmiş’ beka sorunu, buna karşı çıkanların ‘İç düşman’, yetmez ise ‘dış düşman’ sayıldığı bir ruh iklimi; üretilen bir ‘kanaat endüstrisi’,yle çözülemeyen işlerin ‘eski Türkiye’ ye kolaylıkla yüklendiği, muktedirken mağdur pozisyonunun oynandığı bir yeni Türkiye…
Dolayısıyla rayından çıkmış birçok şeyin illüzyona dönüştüğü bir manzara ile yaşıyoruz dense yeridir.
Tıpkı Deleuze’nin, “tahayyül gerçek olmayan değil, gerçek olmayanın gerçekten ayırt edilmezliğidir.” cümlesindeki gibi.
Ya da Zafer Yılmaz’ın “Yeni Türkiye’nin Ruhu” kitabında belirttiği gibi, ‘siyaseti de tepkisel kanaatler üzerine inşa ederek, gruplar arasındaki ilişkiyi hayatta kalma ya da yok etme mantığı üzerine kuran’ bir anlayışın hâkim kılındığı bir ruh iklimindeyiz.
HERKES ÖYKÜ ANLATIYOR. REKLAMCILAR BİLE…
İşte Öykü Günleri böyle bir şanssız dönemde gerçekleşiyor; etrafındaki kaotik siyasi mücadelenin sert ve acımasız hoyratlığı var ve bu karmaşa içinde öykü günleri deyim yerindeyse kendi güzelliği ve naifliğiyle yolunu açmaya çalışıyor.
Bizler ya bu mücadeleyi kazanacak hayatımıza anlam ve güzellik katan; estetik, dil ve hayal dünyamızı zenginleştiren edebiyatı yerli yerine oturtacağız ya da başta anlatılan dayatılmış gündemler arasında kaybolup gideceğiz.
Umarım ikincisi olur. Çünkü hayat iyi şeyleri aynı zamanda önceleyerek yoluna devam ediyor.
Her neyse, biz gene öyküye ve edebiyatın güzelliğine demir atalım:
Roland Barthes’in “…Sayısız anlatının olduğu, anlatının dayanağının dil olduğu”nu belirtiyor.
Ünlü düşünür Sarter da “En bayağı bir olayın bir serüven haline gelmesi için onu anlatmaya koyulmamız gerekir” diyor.
Dolayısıyla öykünün temelini bir olayı kurgulayarak anlatmak, dili ustalıkla kullanarak metne dönüştürmek olduğu bir gerçek.
Ve fakat son yıllarda temelinde bir olayı anlatmak olan hikaye, o kadar çok kişi tarafından anlatılır ya da yazılır oldu ki nerdeyse bu alanda bir kaos var bile denilebilir.
Nitekim Kanguru Kültür Merkezi’ndeki bu yılın öykü günleri etkinliğinde yazar Hasan Özkılıç, tam da bu durumdan mustarip olduğunu söylüyordu.
Eski tarihlerde Konak Belediyesi ve Edebiyatçılar Derneği ortaklığında yapılan etkinlikte çağrılan öykü yazarlarının nerdeyse belli olduğunu, çağrılan bu yazarların en azından edebiyat kanonu tarafından bilindiği, bunların süzülerek öykücü olma sıfatını kazandıklarını, dolayısıyla günümüzdeki karmaşanın o tarihlerde olmadığının altını çiziyordu.
Dijital olanakların kitap basım işini kolaylaştırdığı, eli kalem tutan herkesin her konuda yazı yazdığı ve yayımlattığı bir dünyada kuşkusuz Hasan Özkılıç haklı sayılabilir. Ancak değişimin yönünü okuduğumuzda yapılacak bir şeyin de olmadığını görebiliriz.
Üstelik bu ‘yazar’lar edebiyat dergilerinin mutfağından beslenmiyor, yayınevleri editörlerinin okumalarından beslenmiyorsa iş daha da vahim bir hal alabiliyor.
Umuyoruz bu da aşılacaktır.
Yaşamın temelinde olan anlatmanın şimdilerde edebiyatın alanından başka alanlara kaydığı ise başka bir gerçek, reklamcılar, ticaretle uğraşanların bile bu sihirli olgunun, anlatmanın büyüsünü keşfetmiş durumdalar…
Geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Kahramanın Yolculuğu” kitabında Necati Özkan, İstanbul seçimlerinde yürütülen kampanyada ‘Hikâye anlatma’nın önemini dile getiriyordu.
Kitapta İyi bir öykünüz var ise ve siz bunu iyi anlatırsanız başarılı olmanın kapılarının size açılacağını belirtiyor.
Demek ki öykünün gücü; doğru kurgu, dili iyi kullanmak gibi ögelerle birleşince yazınsal bir metin olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, bir tanıtımda bir reklam dilinde bu ögeler nasıl bir dönüşüme uğruyor, doğrusu bilmiyorum.
Ama araştırmaya değer bir konu olduğunun altını çiziyorum.
****
Görüldüğü gibi artık edebiyatı bile Tanpınar’ın dediği gibi kendi bağlamında tartışamıyoruz. Hep bir toplumsal yan buluyoruz.
ÖZLEMLE…
Oysa…
2002’lerde Öykü Günleri içinde Muzaffer İzgü’ nün Adana’da ki yoksulluk günlerini dinlediğimde gözlerim yaşarmıştı. Nursel Duruel’in Geyikler, Annem ve Almanya öykü kitabında, babası Almanya’ ya giden bir çocuğun gözyaşlarını annesine belli etmemek için çırpınışı, benim gibi salondaki onlarca izleyiciyi hüzne boğmuştu. Çağrılan her öykücünün kendi sesinden okuduğu öykülerde de eminim aynı şeyler yaşanmıştır.
Sonra Leyla Erbil, Demir Özlü, Adalet Ağaoğlu, Osman Şahin, Cemil Kavukçu, Muzaffer İzgü, Tarık Dursun K. gibi edebiyatın önemli isimleriyle edebiyatı ve insanın olduğu yerde öykü vardır denilen öyküyü hep beraber tartışmış, edebiyatın hayatımıza değen kısımları üzerinde saatler boyu konuşmalar yapmıştık.
Öykü Günleri bir şölen gibiydi. Onlarca dostun buluşmasıydı. Yazan insanların üretimleri için sinerji yakaladıkları bir forumdu.
(1) Aktaran, Zafer Yılaz, Yeni Türkiye’nin Ruhu, İletişim Yayınları, 2018 İstanbul