Yeni eve taşındıktan sonra geçtiğimiz aylarda gene kütüphaneyle ilgili bir yazı yazmıştım.
Bu, ikinci yazı.
Şimdi hemen duyar gibi oluyorum “Bu adamın kaç kitabı var ki…”
Haklısınız, öyle çok kitabım yok kütüphanemde ama sayıdan öte orası benim sığındığım yer.
Evin diğer odaları sanki arada bir uğradığım yerler, kütüphane ise bir liman, geminin bağlı olduğu benim ise arada bir inip şehri gezip tekrar döndüğüm yer.
Bu limanın her seferinde bir yerini düzeltiyorum, asılı bir tablonun yerini beğenmiyor, başka bir duvara asıyorum, bir sehpayı alıp başka bir noktaya taşıyorum.
Kitaplar, masa, bilgisayar, balkondan görülen deniz, yan tarafta mahzun mahzun duran saz, daha önce almış olduğum birkaç şilt…
Gözümde hiçbiri yerli yerine oturmamış gibi..
Mesela, bilgisayarı açıp masa başında yazı yazmaya koyulduğumda tabloyla göz göze geliyoruz, ya açısını, ya aldığı ışığı yeterli bulmuyor bu kez değiştirmek için bir bahane yaratmış oluyorum.
Fakat şunu anladım ki bir yeri tasarlamak son derece zor; ışığı, geometrisini, eşyaların birbirleriyle olan ilişkisi…
Doğrusu bir sürü faktör…
Fakat ben profesyonel olmadığım için bu sayılanları parça parça keşfediyorum; bir gün ışığın iyi olmadığını, bir gün renk uyumunun o duvara yakışmadığını fark ediyorum, yani anlayacağınız taksit taksit..
Ve bu mücadele böyle sürüp gidiyor.
Daha oturma düzeni için olan koltukları saymadım bile.
Hâlbuki hepi topu üç adet.
Belki on kez yerleri değişti bu arkadaşların(!).
Bir yanıyla da bütün bu olanlar bana keyif veriyor, sanki yeni bir yer keşfediyormuşum duygusuna kapılıyorum, her değişimden sonra kütüphaneyi daha çok sevmeye başlıyorum, ‘ Hah bu çok iyi, olmuş’ cümlesi ağzımdan dökülüveriyor.
Ancak bu sevginin ömrü kısa sürüyor, birkaç içinde başka bir şey depreşiyor…
Ama şu da var ki bu kadar az eşyayla denenecek alan da pozisyon da kalmadı gibi.
Yani yolun sonu göründü.
***
Ya kitaplar?
Onlar ne yapıyor?
Öyle ya bu mekânın asli sahibi onlar değil mi?
Dolayısıyla her şeyi onların keyfi yerinde olsun diye yapıyoruz, astığımız tablo, oturma koltuklarının yeri, duvardaki televizyon, rafların yerli yerinde olması…
Doğrusu kitaplarla aram iyi de onların raflardaki yerleri konusunda sıkıntı büyük.
Bu biraz da yeni bir eve taşınmanın sancıları, çünkü her şeye sıfırdan başlıyorsunuz.
Yani bir odayı dört duvardan sıcak, sevecen bir mekâna çevirmek var işin içinde..
Zorluk burada…
İki bine yakın kitabı bihakkın yerli yerine yerleştirmeniz gerekiyor, bu olursa işte o zaman kütüphane olur.
Öbürü kitap istifi…
Neyse gelelim maceramıza, bana göre kütüphanenin çoğu işi bitti gibi.
Rafların yerleri birkaç değişiklikten sonra artık sabitleşti gibi.
Bir daha değişmesi için bir ihtilal olması gerekir.
Ama korkum orda burda bir sürü kitabın yeni raflar olmadan yerlerinde durmayacağıdır ki buna daha zaman var.
Fakat bir başka sorun var; aradığım kitabı bulamama.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Doğru tasnif et’ .
Haklısınız, ama nasıl?
Mesela tarihle ilgili olanları, edebiyat, eleştiri, bilim şiir, roman diye ayırdım.
Ama kendi içlerinde o kadar alt bölüm var ki bu kez raf yetişmiyor, ya da ben o alt bölümleri çoğu zaman karıştırıyorum.
Böyle olunca mesela şiir kitapları yanına şiir eleştirilerini de koyuyorum, ama doğru bir tasnif yöntemi midir?
Emin değilim?
Neyse bununla zihninizi yormamış olmak için ben kendi kestirme çözümümü söylüyorum:
“Dağınıklık içinde düzen”
Mesela şiir bölümüne şiir kitapları yanında şiir eleştirisi kitaplarını da koyuyorum, demiştim ya, ararken de buna göre davranıyorum.
Bu biraz işimi kolaylaştırıyor gibi.
Şimdi ben burada, tasnif ettim, böyle çözüldü dedim ya.
Pratikte öyle değil.
Bir kitabı saatlerce aradığım oluyor.
Geçen gün Ülkü Tamer’in Yanardağın Üstündeki Kuş kitabını arıyorum, oradan birkaç dizeyi yazıya koymak için, bakmadığım yer kalmadı, ben yazıyı yazdım, gönderdim; bilgisayarın kapağını kapatıp masadan kalkacağım, tam da kapağın arka kısmında kitap bana gülümsemez mi?
Bir yaramaz çocuk gibi, muzip, haşarı…
“Eh be kitap” dedim kendi kendime…
Sonra aldım, o yaramaz çocuğun içine daldım gittim..
İsterseniz birkaç dizeyi sizinle de paylaşabilirim:
“Virgül uzak bir yere gitmek ister ara sıra,
Haritalara Toros diye geçen dağlarda
Kuyruklu bir İnce Memed olarak düşündüğü
Dedesini bulmak ister,
Belki dedesinin mavzeri bile vardır.”[1]
Her neyse, benim küçük ama çok güzel kütüphanemle mücadelem böyle..
Bu limanın her gün bir iyi yanını keşfediyorum.
Bu da bana mutluluk veriyor.
Şimdi diyeceksiniz ki “İyi kardeşim kütüphaneden bu kadar söz ettin de yazdığın ne?”
Bu soruyu ben de kendime soruyorum…
Ve diyorum ki “Rakı şişesinde balık olsam”!..
[1] Ülkü Tamer, Yanardağın Üstündeki Kuş, Can Yayınları, 1988, İstanbul (Virgül Dedesini Düşünüyor, shf.110)
Savaş DOĞRUSÖZ 4 Yıl Önce
Kafan karışmış. Kolay gelsin.