Orhan Beşikçi’yi tanıyanlar lafa başlarken hemen Basmane’yi iliştirirler, o semtin her şeyini ona sorarlar.
O da; artık o semtle o kadar özdeşleşmiştir ki, kanımca bunu yadırgamaz sevgiyle, güzellikle anlatır, bazen feryat ederi, bazen isyana vardırır bu eleştirilerini.
Ben, İzmir’i Gürol Tolunay, Basmane’yi Orhan Beşikçi’den takip etmenin gereğine inananlardanım.
Başka yazarlar yok mu?
Elbette var, ama deyim yerindeyse meseleyi kılcal damarlarından yakalayan, üstelik bunu yaparken kent sevgisini elden bırakmadan anlatıyor her iki yazar da.
Bu da onları diğer yazarlardan sanırım ayırt eden özelliğe dönüşüyor
En azından ben böyle düşünüyorum.
Araya bizim torunun gelişi ve yaşanan telaş girince epeydir okuyamamıştım sevgili Beşikçi’nin yazılarını.
Haziran’ın onu bu gün, oturdum klavyenin başına, Milliyet Com’dan Beşikçi’nin yazılarını okudum:
Epeydir gidemediğim Basmane’yi yeniden yaşattı bu yazılar.
Kendinin de oturduğu Basmane’yi ne de güzel anlatmış; çiçeğiyle, semtte yaşanan yoksullukla,
Kemer Tran Tren İstasyonu’nun son durumu ve daha birkaç can alıcı mesele ile…
Gözlemlerdeki isabeti, bir semti kucaklayan bakış açısını görünce, “Kent Gözlemcisi” üst başlığını kullanan sevgili Beşikçi’nin bu sıfatı fazlasıyla hak ettiğine bir kez daha yürekten inandım.
Şimdi gelelim yazıların işaret ettiği konulara:
Kemer Tren İstasyonu ve Renkler başlığı altında Mayıs ayı içinde yazdığı yazıda, Basmane semtinin bu tarihi yapısında olanları ele almış Beşikçi.
1857’de inşa edilen Kemer Tren İstasyonu, İzmir-Aydın demiryolu hattının ilk binalarındandır.
Bu gün artık o hat etkin olmadığı için tescilli bir tarihi yapıya dönüşmüş durumda.
Bütün tarihi yapılarda gördüğümüz o hüzünlü çöküş ne yazık ki burada da görülüyor.
Beşikçi binanın bu hüzünlü durumunu, "…önce pencerelerinden istasyona sarkan sardunyalar kurudu" diyerek anlatıyor.
Yalnızlaşan, yolcuların uğramadığı bir harabe var karşımızda. Yakın zamanda TCDDY idaresi burayı restore ettiriyor ve kullanım için Konak Belediyesi’ne tahsis ediyor.
Buraya kadar sorun yok, fakat anladığım kadarıyla Beşikçi restorasyon çalışmaları yapılırken "İzmir coğrafyasına zıt olan, iç mekânda koyu ahşap, dış cephede koyu renk" kullanılmasına itiraz ediyor.
Bu renk aşkının(!) Kadın Müzesi pencerelerinde kullanıldığını, şimdi de Konak Belediyesi’nin Alanyalı Konağı ile İstiklal Okulu çalışmalarında sürdüğünü dile getiriyor, Beşikçi.
Bu koyu renklerin Beşikçi’ nin de dile getirdiği gibi İzmir’e yakışmadığını, bunun yerine bence de Akdeniz’e özgü açık renklerin kullanılmasının iyi olacağı dile getiriliyor.
Bu konuları bilen, kendisi de mimar olan başkan Abdul Batur’un bu önerileri dikkate alacağı beklenir.
Çünkü ayrıntılar Beşikçi’nin dediği gibi önemli.
Bir başka konu:
BASMANE’DE YOKSULLUK…
Beşikçi, Mayıs 27’de yazdığı “Basmane’de Yoksulluk” adlı yazıda bu kadim semtin bir başka sorununa parmak basıyor.
Pandemi nedeniyle artık o eskiden gördüğü günlük nafakalarını çıkarmak için bekleyen emekçileri görmediğini, bunun yerine kendisinden iş bulmasını isteyenlerin çoğaldığını bize anlatıyor.
Semtin birkaç noktasında aş evleri kurulduğu ama bunların hijyenden yoksun çalıştığını ve yetersiz kaldığını belirtiliyor.
Semtte gözle görülür biçimde yoksulluğun yaşandığı, insanların bir kap çorba için kuyruklarda beklediği vurgulanıyor.
Bu da günlük yaşayan, şimdilerde iyice sıkışıp kalan insanların çok olduğuna bir işaret olsa gerektir.
Bunun yanında bir de görünmeyen ama ilgili olanların gayet açık olarak gördüğü bir başka sorun daha dile getiriliyor.
O da Basmane semtinde bulunan Oteller Sokağı’ında onlarca insanın günlük 20-30 liraya gecelediği, burada yaşamlarını sürdürdükleri gerçeğidir.
Ancak bu günlerde bu insanların günübirlik işlere gidememiş olmaları kaldıkları otellere ödeme yapmalarında sorununa neden oluyor.
Görüldüğü gibi dipte müthiş bir yoksulluk ve çaresizlik kol geziyor.
Otelcilerin de tıpkı bakkallar gibi bu borçları deftere yazdıkları, anlayış gösterdiklerinin altı çiziliyor.
Zira aynı biçimde Kemeraltı’nda bulunan ve bu günlerde tadilata alınan Şükran Oteli’nde de buna benzer sorunların olduğunu bir sanatçı duyarlılığı ile dile getiriyor Beşikçi.
Bu otelde kalanların da başka bir mekân bulma şansları olmaması nedeniyle, muhtemelen Oteller Sokağına ucuz otellere gelecekleri varsayılıyor.
Bu insanların yoksul, günübirlik işlerde çalışanlardan olduğu belirtiliyor. Bunlar çaresiz insanlar…
Dolayısıyla Orhan Beşikçi, bir öneriyle Büyükşehir Belediyesi’nin bakkala borcu olanlara sağladığı olanağı bu insanlara da sağlamasını talep ediyor.
Kendi semtinde yoksullukla boğuşan insanları gören bir yazarın yüreği başka nasıl atabilir ki…
Semtte oluşan bir dayanışma çalışmasının yürüdüğünü ama bunun yetersiz olduğunu, hijyen koşullarına dikkat edilmeden yiyeceklerin hazırlandığından söz ediliyor.
Yerel yöneticilerimiz; önce Tunç Soyer, sonra Konak Belediye Başkanı Abdul Batur, bu çağrılar size…
Öyle ya ucuz otellerde, kortejolarda kalan bu insanlar ne olacak? Bunların çok da büyük bir miktara ulaşmayacak otel paralarını tıpkı bakkal borçları gibi ödemek galiba bütün İzmirlilerin insani görevi olmalıdır. Ama yerel kurumlar buna öncülük etmelidir.
Bu ateşi Orhan Beşikçi yaktı, devamını bizler ve ilgili kurumlar devam ettirmelidir.
Dayanışmanın ve yardımlaşmanın tam da zamanıdır…
YEREL SANATÇILAR…
Orhan Beşikçi, 3 Haziran, 2021'de yazdığı “Yerel Sanatçılar” adlı yazısında Agora'dan Kale'ye doğru çıkan bir yokuştan, diğer adıyla Patlıcan Yokuşu'ndaki Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı bir çalışmadan söz ediyor.
Benim de sık gittiğim bir bölgedir orası, Mardinliler ve Suriye’den gelenler ağırlıktadır. İşsizliğin, yoksulluğun kol gezdiği bu semt, Agora kazı alanı ve yeni çalışmaları yapılan antik tiyatroya yakındır.
İşte bu alandaki bir duvarda, yurt dışından gelen sanatçıların duvarlara çizdikleri (Mural) resimler ele alınıyor.
Bu resimlerde; mutlu bir şekilde uçan kelebekler, kanatlanmış melekler, uçurtma uçuran çocuklar yer alıyor.
Altında da “Hayat mutluluktur, paylaşın onu” ve “Hayat şanstır kullanın onu” yazıları var.
Aslında bu çalışmalar sanatsal açıdan önemli çalışmalardır. Gelip geçtikçe insanların zevk alacağı, esinleneceği şeylerdir.
Büyük kentlerin devasa duvarlarında sanatçıların bu çalışmaları keyifle izlenir.
Ancak burada itiraz edilen, anlatılmak istenenle anlatılan yerin uyuşmadığı gerçeğidir.
Hani, denir ya “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” gibi.
Tam da Beşikçi’ nin altını çizdiği böylesi bir durum.
Dış ülkelerden gelen sanatçıların semtlerin ruhunu bilmemelerinden kaynaklı oraya uygun bir resim yapılacakken hiç ilgisi olmayan bir çalışma o alanda yer almış.
Mutlu insanların yer aldığı, sorunların çözüldüğü, kelebeklerin uçuştuğu resimlerin olduğu bir semtte bu çalışmalar ve resimler ne de güzel olur!
Ama acaba bu çizimlerle bu semt uyuşmakta mıdır?
Belli ki burada iyi niyetle yola çıkılıp sosyolojik gerçek göz ardı edilmiş gibi.
Yıllar önce bir yazardan dinlemiştim; Adnan Ötüken gibi bir kütüphanecinin adının bir buz okeyi salonuna verilmesine hayıflanıyor, duruma isyan ediyordu.
Yani Yahya Kemal ismini bir spor salonuna vermek gibi bir şey…
Ne diyelim yerel yönetimler bu incelikleri zamanla öğrenecekler her halde.
Yapılan iş aslında çok önemli ama uygun yere yapılmak kaydını aramak şartıyla.
Bir de Orhan Beşikçi haklı olarak, yerel sanatçılara bu çalışmalar yaptırılsa belki de bu durum ortaya çıkmazdı diyor.
Haklı değil mi?
En azından bu insanlar bu semtin ruhunu daha iyi okurlardı.
Orhan Beşikçi'ye teşekkür edip şimdilik yazıya noktayı koyalım.
Bence iyi bir yazarı siz de takip edin, okuyun…