"Hatay; benim büyülü semtim" kitabını yazarken orada altını çize çize belirtmiştim, Hatay semtindeki cafelerin çoğu birer kültür merkezi gibi çalışıyor, diye.
8 Mart günü semti dolaştığımda Dilek Cafe’ye uğradım, bir yıl içinde olanları tekrar görmek için.
Hatay’ın güzelleşmesi için çalışanların başında gelen Mustafa Dalçam’a rastladım, altı arkadaşıyla hummalı bir çalışmanın içindeydiler. İzmir Şairler ve Bestekarlar Derneği olarak ‘İzmir Besteleri’ adı altında bir yarışma açtıklarını, beraberindeki altı arkadaşıyla bugün bu yarışmaya katılan eserleri inceleyip, ödüle hak kazananları sıraladıklarını anlattı.
Dahası, bu derneğe bağlı iki farklı sanat müziği korosunun da gene aynı mekânda çalışmalarını sürdürdüğünden bahsetti.
Mustafa Dalçam, her yıl Ekim ayı içinde Cevat Şakir için yapılan anma etkinliklerine çalıştırdığı koroyla katılıp, Bodrum türküleri ve şarkıları ile etkinliği renklendirenlerdendir. Aynı zamanda sanat müziği formunda besteleri olan bir sanat insanıdır.
Sürekli vurguluyoruz; Hatay orta üst sınıfın oturduğu bir semt, dolayısıyla bu insanlar gerek hobi gerekse sanatsal düzeydeki etkinliklere yoğun olarak katılıyor, ya da izleyici oluyor.
Dolayısıyla bu semt olanak tanınsa sanatsal etkinliklerin yoğun yaşanacağı semtlerin en başında gelebilir.Gelin görün ki çalışma yapılacak bir merkez burada yok.
Yani ekonomi deyimiyle burada taleple arz arasında gözle görülür bir dengesizlik var.
İnsanlar kültür merkezleri istiyor, yerel yönetimler bu talepleri kısmen yerine getiriyor, tam çözemiyor.
Şimdilik eksiklik kafelerle gideriliyor; bu mekanlarda korolar, şiir grupları, tiyatrolar çalışmalarını sürdürüyor.
Ancak bu insanlar belediyelerden taleplerini dile getirmekten de geri durmuyorlar, nitekim, Dalçam, yakın zamanda Büyükşehir Belediye yetkilileri ile görüştüğünü bu semte bir kültür merkezi yapılması talebini yetkililere kaçıncı kezdir anlattığı gibi tekrar ilettiğini bize anlattı.
***
Cafenin başka bir bölümünde ise on beş kişilik başka bir grup, Hatay semti için ‘semt gönüllüleri’ oluşturma çalışması yapıyordu.
İçlerinden biri roman yazarı Aydemir Çimen arkadaşım olduğundan uğradım. Hepsinin başta gelen heyecanı Hatay semti için nelerin yapılabileceği idi.
Benden de hem semtin kitabını yazmış biri olarak, hem de eski bir kültür müdürü olarak öneri istediler.
Daha önce semtle ilgili kitapları olan, Bekir Yurdakul, Hacer Kılcıoğlu, Altındağ semtini yazmış olan ama Hatay’ da oturan Fergül Yücel, gene sayısız kitabı olan Mevlüt Kaplan, Bornova semtini yazdıktan sonra yakın zamanda Hatay- Nokta’ya taşınmış olan Hülya Soyşekerci gibi yazarlarla görüşülerek bir planlamanın yapılabileceğini anlattım.
Sohbet koyulaşınca bu grup içinde olanlardan bazılarının ‘Kültürpark İnsiyatifi’, kimilerinin ‘Meme-Kander’, bir bölümünün Yakın Kitapevi’ nde bir okuma grubunda olduklarını öğrendim.
****
Şubat ayı ortasında ise gene Hatay semtinin ‘sevdalılarından’ bir olan Cengiz Özdemir uğramış, Hatay için neler yapılabileceği konuşmuştuk; onun talebi de Hatay’ da bir ‘Cevat Şakir Anı Evi’ açılması ayrıca Tanju Okan Parkı yanındaki kahvehanede bulunan kütüphanenin bir başka alana taşınması, ya da kitapların uygun bir yere verilmesi…
Bilmem hangi belediye başkanı duyar ki…
Aynı biçimde Hatay’ da çalışmalarını sürdüren başında Ayla hanımın olduğu Sarı Zeybek Derneği de Şubat ayı başlarında Yaşar Kemal anması için bana uğramış, belediyemizden salon talebinde aracı olmamı istemişti.
Sonra her nedense salon verilmedi.
Bütün bunlar bir semtte olan bitenin sadece benim gördüğüm kısmı.
Artık insanlar yaşadıkları yere sahip çıkma noktasında bir adım daha ön almışlar gibi.
Bu da hepimizin istediği bir şey değil mi?
****
Geçtiğimiz ay içinde Biz Kitap girişimi ile “Pasaport’ tan Kordon’a” adıyla,İzmirli öykücülerin eserlerinden oluşan bir kitap yayımlandı.
Derlemeyi Murat Şahin yapmış.
Hemen belirtelim kapak ve iç tasarımı son derece şık.
Buna karşın, eksiklik olarak görülebilecek durumlar da yok değil; mesela Murat Şahin’in, hazır olanak doğmuşken, İzmir öykücüğü üzerine bir inceleme yazısı koyması ne güzel olurdu!
Gene bu tür derlemelerde benim bildiğim, ölçütler konulup ona göre içeriklerin belirlendiğidir.
Okuyucu da böylece haberdar edilmiş olur.
Ama burada bu yok!
Bunları bilmiyoruz.
Mesela Hasan Özkılıç, Hüseyin Yurttaş neden bu derlemede yer almamış…
Ayrıca ismi olan öykücülerin kısa özgeçmişlerinin kitabın sonuna konulması gerekmez miydi?
****
Her neyse…
Biz gene de olumlu taraftan bakıp, bu eksikliklerin başka bir çalışmada olmayacağını umalım.
Kitaba alınan öykülerin çoğunda Pasaport’ a, Kordon’ a, Körfez’ e göndermeler var.
İzmir’in ve adı geçen bu semtlerin izdüşümleri, imgeleri, çağrışımları öykülere sinmiş.
Her metinde, her sanat yapıtında, şehrin kokusunu, rengini, silüetini arayan biri olarak bu durum doğrusu hoşuma gitti.
Dolayısıyla şehrin izini bu öykülerde sürmeye çalıştım, bu gözle okudum.
Başka bir deyişle İzmir’i tanımanın bir yolu olarak gördüm. Tıpkı Sait Faik’in “Bir Bahçe” adlı öyküsünün girişinde dediği gibi:
“Bir şehirde senelerce oturulur. Bıkılır. Usanılır o şehirden; her yerini gördüm, tanıdım sanılır. Ama daha ne görülmedik insanları, ne görülmedik sokakları, her gün önünden dört beş defa geçtiğimiz halde iyice göremediğimiz binaları vardır.
Birden kafamızı kaldırır, ben bu binanın, sırtında böyle insan büyüklüğünde heykeller taşıdığını bilmezdim, deyiverirsiniz.” (1)
Kitaptaki öykülerden biri de Nergis Seli’ nin “Dar Sokak”:
Öykü beni Alsancak’a, Kordon’a; o dar sokaklara, oradaki kendine özgü yaşam alanlarına götürdü.
“Sokaklara bakıyorum. Yüzüme sert vurmuyorsa rüzgâr, ben sokaklara vuruyorum. En kısa hangisinden denize ulaşırım, ona bakıyorum. Burada bütün sokaklar denize çıkar. İçlerinden biri var ki, bak sen onu bilmezsin. Şimdi Dantel Sokak diyorlar, eskiden biz Dar sokak derdik. Dantelliğini bilmem ama darlığını çok iyi bilirim.”
Öykü bu satırlarla başlayıp gidiyor. Körfez’e çıkan sokaklar, orada yaşanan düşler, imgeler…
Öykünün bir bölümünde de Alsancak’ın en dar sokağı, adı 2001 yılında konulan Dantel Sokak yer alıyor.
Tam da benim ilgi alanımda olduğu için öykünün bu yanını ele almak istiyorum.
Gerçi, Sırma Köksal’ın “Öykülerin tüm sırlarını dile getiremezsiniz, hakkında susmaktan başka bir şey yapamayacağınız bir şeyler kalır geriye.” dediği noktayı bir yana koyup, konumuza, tamamen bir şehir anlatısına denk düşecek biçimde öyküde adı geçen Dantel sokakla ilgili olan bölüme açıklık getirelim:
DANTEL SOKAK…
Erdal İzgi’ nin 2000’ li yıllarda Konak’ta belediye başkanı olduğu dönemde bu sokak, nerdeyse geçilemeyecek kadar kötü durumdaydı.
Daha çok evsizlerin kaldığı, buna ilave o tarihlerde sokağın Kordon kısmında olan Alman Konsolosluğu’ndan vize almak için gelenlerin geceden başlayan beklemelerinden dolayı tuvalet ihtiyaçlarının giderildiği bir sokak durumundaydı.
O yıllarda ben de Konak Belediyesi’nin kültür müdürü idim.
Dar Sokak olarak adlandırılan bu sokak eski adıyla Ferhane Sokak olarak da bilinirmiş.
1800’ lü yıllarda etrafında köşkler ve evler olan bu sevimli sokak, ne yazık ki işyerlerinin çoğalmasıyla bakımsız, sevimsiz kendi haline bırakılmış, sonraki yıllar.
İşte böyle bir durumda Erdal İzgi’nin belediye başkanı olması ve duyarlılığı imdada yetişti ve sokağın iyileştirilmesi çalışmaları başlatıldı.
Önce eklentiler temizlendi, iki giriş kontrol altına alındı. Bu arada Alman Konsolosluğu Balçova ilçesine taşındı.
Sokak temizlenip, eski haline kısmen döndürülünce, 2003 yılı olsa gerek, burayı kadınlara verelim, onlar da ürettiklerini burada satsınlar diye bir düşünce ortaya çıktı.
Dolayısıyla sokak, kadınların ürettiklerini satacakları bir yer halini alacaktı.
O halde yeni bir isim de gerekiyordu ve isim bulma kültür müdürü olarak bana kalmıştı.
O dönem Ödemiş pazarında kadınların ürettiklerini sattıkları, her taraftan buraya alıcıların gittiğini duyardık.
Bu sokak ta kadınların el emeği ürünlerini satacakları bir yer olacağına göre kadın imgesini çağrıştıran bir isim bu sokağa yakışırdı.
Ve bir Salı günü Ödemiş’ e bu pazara gittik. Kadınların ürettiği ürünlerle dolu, bol çeşidinin olduğu bir pazardı burası. Dışarıdan bu pazara alışverişe gelenlerin sayısı bir hayli çoktu, o yıllar.
Dantel Sokağın da burası gibi olmaması için bir neden görünmüyordu bize. Gerçi uygulamada bizim düşündüğümüzle sahadaki sosyal gerçek uyuşmadı, kadınların ürettikleri el ürünlerinin yeterli ve özgün olmaması, buranın düşünüldüğü gibi olmaması için en başta gelen nedenlerden biri oldu.
Zaten daha sonraki yıllarda burası kadınların ürettiklerinden ziyade her yerden alınmış olan ürünlerin satıldığı sıradan bir pazara dönüştü.
Her neyse biz Dantel adını; kadın, kadınların ürettikleri çağrışımlardan yola çıkarak bulmuştuk.
Ve bunu başkana önerdik ve kabul gördü.
İşte dantel isminin böyle bir hikâyesi var.
Sonraki başkanlardan Muzaffer Tunçağ ile Sema Pektaş’ın da sokağın iyileştirilmesi yönündeki katkılarını unutmamak gerekir.
Muzaffer Başkan zamanında şair Yalçın Benlican bu sokak ile ilgili bir de şiir yazdı ve o şiir şimdi sokağın girişindedir.
Bir dörtlüğü şöyle:
Şimdi pencerelerde ne o aşina yüzler var
Ne de o canım çiçekler.
Renk renk küpeliler, sardunyalar, ortancalar
Kaldıysa resimlerde siyah beyaz yüzler
Bir de evlerin duvarlarına sinen sesler
Meftun Bey’den, Eleni’ den
Rahmi Bey’den, Latife ve Bihter Hanımlardan.
****
İşte edebiyatın güzelliği bu olsa gerek; bir öykü, sokak, semt, düşler ve hayaller…
Sizi alıp başka dünyalara götürüyor.
Bir küçük öykü olsa bile…
(1) Murathan Mungan’ın seçtikleriyle Büyümenin Türkçe Tarihi, Metis edebiyat, 2007 İstanbul- Bir Bahçe- Sait Faik shf.31